TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI KAYNAK SİTESİ

Edebiyat'a dair her şey alikaramanhoca.com 'da

Üyelik Girişi
KAHRAMAN KADINLARIMIZ
TÜRK BASINININ TARİHSEL GELİŞİMİ
EDEBİYAT KONU ANLATIM VE SORU ÇÖZÜM VİDEOLARI
TYT-AYT ÖNEMLİ HATIRLATMALAR
SINIFLARA GÖRE DERS NOTLARI
TÜRKÇE (DİL VE ANLAM BİLGİSİ)

TEKKE EDEBİYATI

TASAVVUF NEDİR?

Tasavvuf, Tanrı, evren ve insan ilişkisini bir bütünlük içinde açıklamaya çalışan, insanın tanrısal erdemlere benzemesini amaçlayan dinsel ve felsefi düşüncedir.

Başlangıçta günah işlemekten sakınmak, dünyasal işleri küçümsemek ve bunlardan uzak durmak, yalnızlığı seçerek sürekli Tanrı'yı anmak, kalbin ancak bu yolla temiz tutulacağına inanmak gibi düşünceler ve uygulamalarla ortaya çıkan tasavvuf 12.yüzyıldan sonra tarikatlar biçiminde örgütlenerek güçlü bir hareket durumuna gelmiştir.

Tasavvufun temeli evrende tek varlığın bulunduğu, o tek varlığın dışındaki diğer varlıkların ise onun yansıması olduğu görüşüne dayanır. O tek varlık Allah'tır. Öteki varlıklar yani görünen her şey Allah'ın türlü görüntüleridir. Buna "vahdet-i vücud" denir.

İnsan için varlık kazanmanın amacı "insan-ı kâmil" olmaktır. Tasavvufi anlamda" insan-ı kâmil" olmak "bekabillah" a yani sürekli olarak Allah'ın varlığında bulunma mertebesine ulaşmak olur."Bekabillah"ı "Fenafillâh" yani insan varlığının Allah varlığında yok olduğu makam izler.

Tasavvufun en önemli özelliklerinden biri ilahi gerçeğe ulaşmanın temelinde aşkın bulunduğudur. Allah'a yasaklarla ya da korkularla değil sadece aşkla ulaşılabileceği inancını ön plana geçirmiştir. Tasavvufun kuşkusuz en önemli isimlerinden biri olan Mevlana'nın eserlerinde bu inancın etkileri fazlasıyla görülmektedir. Mevlana'ya göre insan hangi din ve mezhepten olursa olsun her yerde eşittir. Dinin yalnızca kişinin kendisini ilgilendirdiğine, kişinin inanç ve davranışlarına karışmanın doğru olmayacağına inanırdı. Mevlana, bu hoşgörüsünden dolayı yalnız İslam dünyasının değil tüm Batı'nın da dikkatini çekmiştir.

Tasavvuf, İslami Türk Edebiyatındaki etkisini, aynı yoğunlukta olmamakla birlikte 11.yüzyıldan başlayarak, yüzyıllar boyu sürdürmüştür. Tekke edebiyatının yanı sıra Divan Edebiyatının oluşumunda da büyük rol oynamıştır.

TEKKE EDEBİYATI(DİNİ-TASAVVUFİ HALK EDEBİYATI)

Kurucusu 12. yüzyılda Doğu Türkistan’da yetişen Hoca Ahmet Yesevi’dir.

Tekke edebiyatı, Anadolu’da 13. yüzyıldan itibaren gelişmiştir.

Bu edebiyat şairleri tarikat merkezi olan tekkelerde yetişmiştir.

Nazım birimi genellikle dörtlüktür.

Hem aruz hem hece vezni kullanılmıştır.

Şiirlerin çoğu ezgilidir.

Allah, insan, felsefe, doğruluk, ibadet gibi konular işlenmiştir.

İlahi, nefes, nutuk, devriye, şathiye, deme gibi nazım türleri kullanılmıştır.

Dili Âşık Edebiyatı’na göre ağır, divan edebiyatına göre sadedir.

Âşık, maşuk, şarap, saki gibi mazmunlara yer verilmiştir.


Dini - Tasavvufi halk edebiyatında şiir türleri şunlardır:

1. İlahi

Allah aşkını konu edinen, Allah'ı övüp ona yalvarmak için yazılan ve söylenen şiirlere ilahi denir. İlahiler tarikatlere göre farklı isimler alır. İlahiler, Mevlevilerde "âyin", Halvetilerde "durak", Gülşenilerde "tapuğ", Alevi-Bektaşi tarikatlerinde "demenefes", kimi tarikatlerde de "cumhur" adını alır.

İlahiler, genellikle hece ölçüsünün 7'li, 8'li kalıbıyla söylenir. 11 'li hece ölçüsüyle söylenen ilahiler de vardır. Dörtlük sayısı 3-7 arasındadır. Kafiye düzeni koşmaya benzer: "abab cccb dddb..." İlk dörtlüğün uyak düzeni "xbxb" ya da "aaab" şeklinde de olabilir. İlahi denince akla ilk gelen, Yunus Emre'dir. Daha sonra Eşrefoğlu Rumi, Niyazi Mısrî, Aziz Mahmut Hüdayi de ilahiler yazmıştır.

Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyu deyu
Çıkmış islam bülbülleri
Öter Allah deyu deyu

Aydan aydındır yüzleri
Şekerden tatlı sözleri
Cennette huri kızları
Gezer Allah deyu deyu

Yunus Emre var yarına
Koma bugünü yarına
Yarın Hakk'ın divanına
Çıkam Allah deyu deyu

Yunus Emre'ye ait olan bu ilahide dinî konular üzerinde durulmaktadır. "Cennet, Allah, İslam, huri kızları vb." sözler dinî terimlerdir. Şiir, 8'li hece ölçüsüyle ve dörtlük nazım birimiyle yazılmıştır. Kafiye düzeni koşmaya benzemektedir: "abab, cccb, dddb" biçiminde uyaklanmıştır. Ahengi sağlamak için hem kafiyeden hem rediften yararlanılmıştır. Dinî terimler kullanılsa bile yalın bir dil vardır.

2. Nefes

Bektaşi şairleri tarafından söylenen tasavvuf şiirlerine nefes denir. Bu şiirlerde peygamberimiz Hz. Muhammet ve Hz. Ali'ye duyulan sevgi işlenir. Ayrıca tasavvuftaki vahdeti vücut (varlık birliği) kavramı anlatılır. Pir Sultan Abdal, nefesleriyle ünlüdür. Dörtlükler hâlinde hece ölçüsünün 7, 8 ve 11 'li kalıpları ile yazılır. Az da olsa aruzla yazılan örnekleri vardır.

Ey erenler çün bu sırrı dinledim
Huzuru mürşide vardım bu gece
Hakikat sırrını andan dinledim
Evliya erkanın gördüm bu gece

Mürşidim Muhammed bildim yolumu
Rehberim Ali'dir verdim elimi
Tığbend ile bağladılar belimi
Erenler meydanın gördüm bu gece
...

Bu nefes örneği, 11'li hece ölçüsüyle yazılmıştır. Kafiye düzeni yine koşmanınki gibidir. Ahengi sağlamada uyak ve rediften yararlanılmıştır. Dörtlük nazım birimi kullanılmıştır. Dörtlükler arasında anlam birliği vardır. Şiirde peygamberimiz Hz. Muhammet ve Hz. Ali'ye övgülerde bulunulduğunu, onlara karşı sevginin dile getirildiğini görüyoruz. Demek bu şiir, nefes türündedir. Zaten bu şiiri, Bektaşi şairi Pir Sultan Abdal yazmıştır.

3. Şathiye:

Dinin ilkelerinden, inançlardan teklifsizce ve alaycı bir dille söz ediyormuş gibi bir izlenim taşıyan şiirlerdir. Görünüşte saçma sanılan bu şiirler aslında toplumun ve insanların eleştirisini yapmakla birlikte tasavvuf kavramlarını anlatır. Genellikle Bektaşî şairleri tarafından söylenir. Bu tarz şiirlerde tasavvufa bağlı görüşler, şaşırtıcı bir alaycılık içerisinde dile getirilir.

Kullanırsın kanatsızca rüzgarı
Kürekle mi yaptın sen bu dağları
Ne yapıp da öldürürsün sağları
Can verip alırsın sen cancı mısın

Sekiz cennet yaptın sen Adem için
Adın büyük bağışla anın suçun
Ademi cennetten çıkardın niçün
Buğday nene lazım harmancı mısın

Bir iken bin ettin kendi adını
Görmedim senin gibi iş üstadını
Yeşertirsin kurutursun odunu
Sen bağçevan mısın ormancı mısın

.....
Azmi Baba

16. yüzyılda yaşamış olan ve Bektaşi şairi olan Azmi Baba'nın yazdığı bu şiir, şathiye örneğidir. Şiirde duygu ve düşünceler teklifsizce, alaycı bir söyleyişle dile getirilmiştir. "Kürekle mi yarattın sen bu dağları / Ne yapıp da öldürürsün sağları / Buğday nene lazım harmancı mısın vb." dizelerde bu söyleyiş öne çıkmaktadır. Ancak bu söyleyiş, bildiğimiz manada alay anlamına gelmez. Bu şiirde anlatılanların tasavvufta derin manaları vardır. Şiir, 11 'li hece ölçüsüyle ve dörtlük nazım birimiyle yazılmıştır. Ahengi sağlamak için uyak ve redif kullanılmıştır.

4. Devriye:

İlahiye benzer tasavvuf şiiridir. Bu şiirler ezelden beri var olan insan ruhunun Allah'tan gelip tekrar Allah'a dönmesi düşüncesini ele alır.

Cihan var olmadan ketm-i ademde
Hakk ile birlikte yekdaş idim ben
Yarattı bu mülkü çünkü o demde
Yaptım tasvirini nakkaş idim ben

Anasırdan bir libasa büründüm
Nar-ı bad-ı âb- hâkten göründüm
Hayrülbeşer ile dünyaya geldim
Âdem ile bile bir yaş idim ben

                                   Bektaşi Çelebi

Bu şiir devriyenin özelliklerini yansıtmaktadır. Şiirde insanın yaradılışından söz edilmektedir. Dörtlük nazım birimi kullanılmıştır. Uyak düzeni "abab, cccb..." biçimindedir. Ahengi sağlamak için redif ve tam uyaktan yararlanıldığını görmekteyiz. Bu şiirde halk şiirine özgü nitelikler ağır basmaktadır. Yer yer Arapça ve Farsça sözcüklerin kullanılması İslam etkisini göstermektedir.

5. Nutuk:

Tekke önderlerinin, pirlerin ve mürşitlerin, tarikate yeni girenlere tarikatın adabını, derecelerini öğretmek amacıyla yazdıkları öğretici şiirlere nutuk adı verilir. 11'li hece ölçüsüyle söylenir.

Eliftir doksan bin kelamın başı
Var Hakk'a şükreyle beni n'eylersin
Vücudun şehrini arıtmayınca
Yüzünü yumaya suyu n'eylersin

Vücudun şehrini verme gayrıya
Hatır yıkıp güç eyleme gayrıya
Var bir amel kazan Hakk'a yaraya
Hakk'a yaramayan huyu n'eylersin

                                    Pir Sultan Abdal

Pir Sultan Abdal, bu şiirinde tarikatla, tasavvufla ilgili öğütler vermektedir. Dolayısıyla bu şiir, nutukun özelliklerini yansıtmaktadır.
(Bazı bölümlerde alıntı yapılmıştır.)

Belli başlı tasavvufi terimler şunlardır:

Aşk: İlahi aşk, kulun Allah'a olan sevgisi

Âşık: Allah'a erişmek isteyen kişi

Maşuk: Sevgili, Allah

Masiva: Allah dışındaki diğer varlıklar

Saki: İlahi aşk şarabını sunan kişi, doğru yolu gösteren şeyh

Şarap: İlahi aşk

Kâbe: Vuslat makamı

Şem (mum): İlahi nur

Çile: Nefsi köreltmek için yapılan terbiye, çekilen çile

Tekke: Tasavvufun öğretildiği yer, meyhane

Mürid: Tarikat şeyhine bağlanarak ondan tasavvufun yollarını öğrenen, onun doğrultusunda ilerleyen kimse

Mürşid: Doğru yolu gösteren, ilahi aşkı anlatan

 

Yüzyıllara göre bu edebiyatın en önemli temsilcileri şunlardır:      

12.yy. Hoca Ahmet Yesevi

13.yy.Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli

14-15.yy.Kaygusuz Abdal (1341-1444)

15.yy. Hacı Bayram-ı Veli, Eşrefoğlu Rumi

16.yy. Pir Sultan Abdal

17.yy. Niyaz-ı Mısrî, Sinân-ı Ümmî, Hüdâi

18.yy. Sezai, Erzurumlu İbrahim Hakkı

19.yy. Kuddusi, Turâbi

 

Ahmet Yesevi (d. Sayram-Kazakistan, 1093? - ö. 1166, Kazakistan)

Ahmet Yesevi, Batı Türkistan'ın Sayram şehrinde doğmuş ve tasavvufi marifetleri Buhara muhitinde edinmiş bulunan Hoca Ahmed Yesevî, tarikat kurucusu, şair ve din büyüğü olarak Türk dünyasının manevî hayatını etkilemiş nâdir kişilerdendir. Bilhassa Sır-derya çevresinde, Taşkent dolaylarında, Seyhun ötelerindeki bozkırlarda yaşayan köylü ve göçebe Türklerin kendisine ve onun tasavvufi tarikatı Yesevîliğe olan tutkunluklarından ötürü, tarihî şahsiyeti efsaneler altında gizlendi, kimliği menkıbelere karıştı.

Ahmed Yesevi, İbrahim adında bir şeyh olan babasını yedi yaşında iken kaybetti. Ablasıyla, Türk geleneğinin Oğuz Han'ın başkenti olarak gösterdiği Yesi şehrine göçtüler. Burada ilk tasavvuf terbiyesini Arslan Babadan aldı. Sonra Buhara'ya giderek zamanın en büyük âlim ve mutasavvıflarından ders gördü. Çağının en meşhur sofisi Şeyh Yusuf-ı Hemedani'nin müridi olarak, onun muhabbetini kazandı, Nitekim şeyhi öldükten bir müddet sonra onun postuna da geçti Sonra Yusuf-ı Hemedani' nin eski bir işaretini hatırlayarak Yesiye döndü, ölünceye kadar orada yaşadı. Tesirleri büyük oldu. Göçebeler gibi şehir halklarını ve okumuşları da manevî nüfuzu altına aldı.

Halis göçebe Türkmen muhitinde bu ulu Yeseviye tarikatı, beklenmeyecek hızla yayıldı, Seyhun kıyılarından Hârzem bozkırlarına, Asya sahralarına ulaştı. Moğol istilâsı ile Horasan, İran, Azerbaycan Türkleri arasına geçti. İlk fetihlerle birlikte Alp-erenler, Horasan Erenleri olarak Anadolu'ya girdi. 13. yüzyıl içinde Anadolu'da görülmeye başlayan Bektaşîlik, Babaîlik, Haydarîlik hep o millî Yesevîlik tarikatından çıkmış kollardır. İleride Yunus Emre'nin gaybdan gönderilmiş mürşidi sayılacak olan Hacı Bektaş ile aynı zamanda dinî destan kahramanı olan Sarı Saltuk, sonra Anadolu Ahiliğinin, pirî-mürşidi sayılan Ahi Evren, Osman Gazi'nin ermiş kayınbabası Ede-Balı, Orhangazi'nin mürşidi Geyikli Baba ve daha niceleri... Ahmed Yesevî'nin Anadolu'ya, manevî fetihler için yolladığı, menkıbelerle destekli gerçekler hâlinde söylenen müritleri, akıncıları, halifeleridir.

Meselâ İslâmi destanlar arasında yer alan Saltuk-name'de, Anadolu ve Rumeli'de bütün Türkistan ve Turan'ın hatta bütün İslâm âleminin şaşılacak bütünlük ile birleştirileceği görülecektir. Anadolu fethinin manevî tasarımını yapan Ahmet Yesevi' nin nurlu çehresi, bu tabloda elbet görülmektedir.

 
Hoca Ahmed, inandığı fikirleri yaşayan bir mürşitti. Tanrı vb. Peygambere büyük aşkla bağlı olduğu gibi soy ahlâkının yiğitlik, vefa, doğruluk hasletlerini de ruhuna kılavuz edinmiştir. Ömrü boyunca günah işlememek, yalan söylememek, hata etmemek gayreti göstermiştir.

Hazret-i Muhammed'e tutkunluğu dolayısıyla onun yaşadığı yıllardan fazla yaşamak istemediği söylenir. Peygamber, 63 yaşında vefat ettiğine göre, o da 63 yaşına gelince kendisine yer altında bir hücre kazdırmış, kalan ömrünü, günsüz güneşsiz, orada tamamlamıştır.

 Mevlâna'ya, Anadolu'nun büyüğü anlamına: Hazret-i Rûm denildiği gibi. Yesevi'nin Türkistan'daki camii üzerinde şu ayet yazılıdır: "Gaybın anahtarı ondadır. Ondan başka kimse bilmez."

Ahmet Yesevî tasavvufun, nefsi körletmek, tevazu, dünya malını hor görmek, soy ve din gözetmeksizin bütün insanları eşit saymak gibi yüksek görüşlerini, aklı ve fiiliyle benimsemiş, dervişliğin, kanaatin, fazilet ve değerini, dinî ahlâkî öğütleri, peygamber ve evlâdına olan muhabbetini, dünya zevklerine düşkünlüğün zararlarını, Hikmetler nasihatlar hâlinde, mantık gücü ve îman kuvvetiyle yaymıştı.

Samimî inanç ve davranışlarına hayran olan halk, ona çok bağlandı. Dünyada ve ahrette azîz saydı. Onu erenler katma çıkarıp şanına efsaneler donattı. Anadolu ve Türkistan evliyaları Hoca Ahmed'i Pir saydılar.

Ahmed Yesevi'ye ait olduğu söylenen "Divan-ı Hikmet" adlı bir eser mevcuttur. Ancak, bu divanda toplanan Hikmetlerin bir kısmı Ahmed Yesevi'nin olsa bile, zamanla türlü Yesevî dervişlerine ait parçaların o kitapta toplandığı, dil ve anlatış farklarından anlaşılmaktadır.

Zaten Ahmed Yesevî şairlik iddiasında değildir. Yalnız, fikir ve duygularını halka daha iyi öğretebilmek için manzum hikmetler tarzını seçmiştir. Dervişleri ve halifeleri de yüzyıllar boyunca onun izinden giderek benzer parçalar yazmışlardır. Divan-ı Hikmet'e Yesevî tarikatı mensuplarının ortak eseri gözüyle bakılabilir.

 Divan-ı Hikmet'teki parçaları dilber ve şarabı öğen öteki şiirlerden ayırt edebilmek için Hoca Ahmed'in bu manzumelerine Hikmet adı verilmiştir. Bunların çoğu kuru öğretici mahiyette lirizm ve heyecandan uzak parçalardır.

 Biçim yönünden Hikmetler:

 a) Türk nazım birimi olan dörtlüklerden kurulmuş Koşma nazım şekli ile;

b) hece vezniyle (çoğu 4+4+4-12, bazen 4+3=7 kalıbiyle;

c) Halk şiirinde çok görülen, redifle pekiştirilmiş yarım kafiyeler çok kullanılarak;

ç) Arapça ve Farsçanın biraz karıştığı fakat sade bir Doğu Türkçesi ile yazılmışlardır. Ancak gazel ve mesnevi nazım şekliyle yazılmış Hikmetler de az değildir.

Muhteva yönünden Hikmetlerin fikir ve duygu tarafı kuvvetli ama coşkunluk ve lirizm yönü eksiktir. Fikir olarak, şeriat ve tarikat görüşlerini birbirlerine zıt düşürmemiş, bunları kaynaştırmıştır. Dinde hoca, tasavvufta evliya sayılışının bir sebebi de budur.

 Bilhassa Özbek ve Kazak Türkleri arasında tutunan ve türlü kılıklar altında Türk dünyasına (Anadolu'ya da) yayılmış olan Yesevilik’te, İslâmiyet’in ve tasavvufun eski Türk boy ve soy gelenekleri ile sımsıkı kaynaştığı, az da olsa Şamanlık ve Budizm'den bazı esintilerin tarikat kalıbına döküldüğü görülmektedir.

 Dergâhta kadın ve erkeklerin birlikte zikretmeleri, sığırların kurban edilmesi Yesevilikte yadırganan şeyler değildir. Ayrıca kötülerin hayvan şekline sokulacağı, iyilerin türlü kuşlar biçimlerine girerek uçacakları gibi bazı söylenti inanışlar da şüphesiz bazı eski kültürlerden sızıp gelmiş olsa gerektir.

 

Ahmed Yesevî, hem yüksek şahsiyeti, hem büyük teşkilâtçılığı, hem de Hikmetleri ile Türklük dünyasının her tarafına, dolaylı veya açık tesirleri görülmüş nâdir büyüklerimizden biridir.

 

(Aşağıdaki hikmette, veli şairin hayatını ve samimi inancını anlatmakta söylemekte ve bilhassa 63 yaşında ölen Peygamber Efendimizden daha fazla yaşamayı, sevgisine aykırı bulduğu için o yaşta yer altına girişini hikâye etmektedir.)

 

HİKMET

Ol Kadirim kudret birlen nazar kıldı

Hurrem bolup yir astıga kirdim muna

Garip bendeng bu dünyadan güzer kıldı

Mahrem bolup yir astıga kirdim muna

 

Zâkir bolup, şâkir bolup Hak'nı taptım

Şiyda bolup, rüsva bolup candın öttim

Andın songra vahdet meydin katre tattım

Hemdem bolup yir astıga kirdim muna

 

Altmış üçke yaşım yitti bir künçe yok

Vâ-dirigâ, Hak'nı tapmay könglüm sınuk

Yir üstide, sultân min tip, boldum uluk

Pür gam bolup yir astıga kirdim muna

 

Başım tofrak, cismin tofrak, özim tofrak

Köydüm yandım, bola'Imadım hergiz afak

Hak vaslıga yiter min tip ruhum müştak

Şemnem bölüp yir astığa kirdim mene

 

(Ahmet Yesevî; Divan-ı Hikmet)     

Günümüz Türkçesiyle:

Benim Tanrım Kudret ile bir baktı

Mesut olup yer altına girdim işte

Garip kulun bu dünyadan geçti gitti

Sırdaş olup yer altına girdim işte.

 

Zikrederek, şükrederek Hakk'ı buldum

Âşık olup, kınanarak candan geçtim

Ondan sonra "teklik" içkisinden bir damla tatdım.

Peygamber'e yoldaş olup yer altına girdim işte.

 

Yaşım altmış üçe yetti, bir gün yaşamamış gibiyim

Ah yazık! Tanrı'ya varmayan gönlüm kırık

Yeryüzünde "sultanım" diye ululanırken

Gamla dolup yer altına girdim işte.

 

Başım toprak, cismim toprak, özüm toprak

Yandım yakıldım da yine tertemiz olamadım

Tanrı'ya kavuşacağım diyen ruhum özlem içinde

Şebnem olup yer altına girdim işte.

 Kaynak: Türk Edebiyatı Cilt 2/ Ahmet Kabaklı

 

YUNUS EMRE

1241-1321 yılları arasında yaşadığı kabul edilmektedir. Yunus Emre, Taptuk Emre dergâhında yetişmiştir. Doğum yeri bilinmez. 13'üncü yüzyılın ortalarına doğru Moğol istilası ve Selçuklu Devleti'nin yıkıldığı dönemde yaşadığı sanılıyor. Bu dönemin sarsıntı ve acıları Yunus'un eserlerinde derin izler bıraktı. Medrese eğitimi gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. İran ve Yunan mitolojisiyle, tasavvuf tarihini inceledi. Hacı Bektaş ya da Sinan Ata'nın halifesi Taptuk Emre'nin dergâhında hizmet etti. Taptuk Emre'nin düşüncelerini yaymak için Anadolu'yu dolaştı. Eskişehir Sarıköy, Manisa Buna ve Emreköy, Erzurum Dutçu Köyü, Isparta Keçiborlu ve Karaman'da adına yapılmış mezarlar var. Ama nerede öldüğü ve gömüldüğü kesin belli değil.

 Tasavvuf yorumunu benimseyen Yunus Emre'nin derin bir hoşgörü anlayışı vardır. Şiirlerini hece ölçüyle yazdı. Ama aruz denemelerine de yer verdi. Hece ölçüsüyle yazdığı dörtlüklerin yanı sıra yine hece ile beyitler ve gazeller de yazdı. Dili saf Türkçe değildir. Yer yer Arapça ve Farsça tamlamalar kullanmıştır.

Yunus Emre'nin Edebi Kişiliği

 Yunus Emre, Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Onun uzun, devamlı hayat tecrübeleri varlık, yokluk, aşk ve Allah hakkında yoğun zihin yoruşları vardır. Yoksulu zenginden, kâfiri Müslüman’dan ayırmaksızın, Allah'ın eseri olan bütün insanlara karşı, onlarda Tanrı'dan yankılar bulan, engin bir sevgiyle doludur. Onun, vatan edindiği topraklar üzerinde asıl vatanından bir ömür boyu uzak kalmış bir insan üzüntüsüyle duyduğu gariplikler, kimsesizlikler vardır, özlediği vatan, Tanrı diyarıdır ve Yunus durmaksızın iç ve kafa hareketleriyle olgunlaşıp derinleşen, rint ve coşkun bir derviş hayatını, hep bu anavatana doğru, maddî, manevî yürüyüşlerle geçirmiştir.

 İslâm inanışının, üzerinde durmaktan çekindiği birçok problem, Yunus'un serbest ve zeki düşüncelerine konu olmuştur. Şair, duyup düşündüklerini, XIII. yüzyıl Türkçesiyle, her dilin söyleyemeyeceği bir kolaylıkla terennüm etmiştir. Tanrısını güllerde koklayan bir insan hazzıyle söylediği mısralar, Allah'a karşı sevgi dolu bir inanışın,

 Salınur Tûbâ dalları

Kur'an okur hem dilleri

Cennet bâğının gülleri

Kokar Allah deyü deyü

gibi sade, basit fakat söylenilmesi güç mısralardır. Varlıkların her zerresinde Tanrı'yı aramakla oyalanan şair, bir ağaç karşısında:

Altundandır direkleri

Gümüştendir yaprakları

Uzandıkça budakları

Biter Allah deyü deyü

gibi şiirlerini bu heyecanla söylemiştir. Bu arada sevgilisine varamamak endişesi, bütün Tanrı âşıkları gibi, zaman zaman Yunus'un da gönlünü acıtmıştır:

 

Murâdıma, maksûduma ermezsem

Hayıf bana, yazık bana, vah bana

Kaadir Mevlâm cemâlini görmezsem

Hayıf bana, yazık bana, vah bana

gibi kullandığı güzel Türkçedeki "yazık" ifade eden bütün kelimelerle feryat edişi bundandır. Tanrısı'ndan uzak kaldıkça, kalabalıklar içinde dahi kimsesiz olan insanın sonsuz garipliğini şiir dolu bir Türkçe söyleyiş haline getirmek için, Yunus'un şöyle bir düşüncesi yeter:

Acep şu yerde var m'ola,

Şöyle garip bencileyin,

Bağrı başlı, gözü yaşlı,

Şöyle garip bencileyin.

 

Bir garip ölmüş diyeler,

Üç günden sonra duyalar,

Soğuk su ile yuyalar,

Şöyle garip bencileyin.

 

Yunus Emre'nin

Bâd-ı sabâya sorsunlar

Cânan illeri kandedür

Görenler haber versinler

Cânan illeri kandedür"

diye, diyar diyar aradığı Tanrı'yı bir gün kendi içinde bulunca:

Canlar canını buldum

Ballar balını buldum

Bu canım yağma olsun

Kovanım yağma olsun

 diyerek, nasıl coşkun bir şevki dile getirdiğini biliyorsunuz.

 

Yunus Emre'de Dil ve Sanat

Hiçbir yapmacığa sapmadan, bir sanat kaygısına düşmeden söylediği sade, külfetsiz; fakat güzel şiirlerine bütün Tasavvuf edebiyatında benzer şiirler bulmak kolay değildir. Bu şiirlerin benzeri ancak onun yolunda yürüyen ve Yunus gibi söylemeyi ilke edinenlerin bazı şiirleridir.

Yunus'un şiirlerinde tasavvufun söylenmesi güç fikir ve heyecanları, berrak bir su içindeymiş gibi, hemen görülür. Yunus bu şiirleri, eskiden öğrendiği bazı unutulmaz şiirleri hatırlıyor, onları tekrarlıyormuşçasına kolay söylemiştir.

Yunus'un şiirlerinde İslâmî bir duyuş ve düşünüş sistemi olan tasavvuf felsefesi, Yakın Doğu medeniyetinin ilhamıdır. Fakat geri kalan her şey, dil, vezin, nazım şekli ve eşsiz bir Türkçe ile söyleyiş, hemen tamamıyla millîdir. Bunun içindir ki Yunus, yedi yüz yıldan beri gittikçe artan bir ilgiyle, bütün Türk halkı tarafından sevilmiş, okunmuş, taklit olunmuş, şiirleri bestelenmiştir. Halk tasavvufunun en ünlü tarikatı Bektaşî tekkelerinde Yunus'u okumak ve Yunus gibi şiirler söylemek, terk edilmez bir gelenek, zevkine doyulmaz bir neşe olmuştur.

Yunus Emre Divanı'nın birçok yazma nüshası vardır. Fakat bu divandaki bütün şiirlerin Yunus'un olduğu söylenemez. Bu divana, Yunus tarzında söylenen daha sonraki şairlerin şiirleri de karışmıştır. Eski harflerle taş basması nüshaları bulunan Yunus divanını önce Burhan Toprak, sonra Abdülbâki Gölpınarlı yeni harflerle yayımlamışlardır. Bu divanın daha güzel ve ciddi bir basımına yine de ihtiyaç vardır. Yunus Emre hakkında şimdiye kadar yapılan incelemelerin en güzeli, Fuat Köprülü'nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar isimli eseridir.

Eserleri:

a. Divan

 Yunus Emre'nin ilk önemli eseri Divan'ıdır.

Yunus Emre, Anadolu sahasında divan sahibi ilk sanatçı olarak değerlendirilmektedir.

Divan'ında kullandığı dilden hareketle Oğuz dilinin en yetkin isimlerinden biri olarak kabul görmüştür.

Yunus Emre Divanı'nda 400 civarında şiir mevcuttur.

Yunus Emre Divanı'nda hece ve aruz ölçüsü birlikte kullanılmıştır.

İlahilerin çoğu dörtlük yapısına sahiptir.

Divan'ın içerisinde gazel ve mesnevi nazım şekliyle yazılmış şiirler de vardır.

Onun asıl ölmez eseri, büyük bir aşk ve düşünüş ve coşkuyla söylediği şiirlerini bir araya toplayan Divan'ıdır. Yunus Divanı'nda aruz vezniyle ve gazel şeklinde söylenmiş şiirler de vardır, fakat şair ilâhi'lerinin çoğunu ve en güzellerini hece ve dörtlüklerle söylemiştir.

b. Risaletü'n Nushiyye

Yunus Emre'nin ikinci önemli eseri Risaletü'n Nushiyye (Nasihatlar Kitabı)'dir.

Bu eser mesnevi olarak kaleme alınmıştır.

Risaletü'n Nushiyye'nin 14. yüzyılın hemen başında yazıldığı araştırmacılarla kabul görmüştür.

Risaletü'n Nushiyye'nin 13 beyitlik bir mukaddimesi vardır.

Bu giriş bölümünden sonra mensur bir bölüme yer verilmiştir.

 

HACI BEKTAŞ VELİ

Velâyetnâme Hacı Bektaş Velî’nin hayatı, kerâmetlerini sosyal ilişkilerini anlatan hikâyelerden oluşmaktadır. Bu hikâyelerde Kur’ân, hadis, nasihat dolu anlatımlar bulunmaktadır.

Mâkâlât: Aslı Arapça olarak yazılmıştır. Bu eserde insanların anlayışları açısından kaç bölüme ayrıldığı, dört kapı kırk makam gibi yolun kurallarını anlatan bilgiler bulunmaktadır.

Kitabü’l Fevaid Bu kitapta Ahmet Yesevî ile Hünkâr Hacı Bektaş Velî ilişkileri ve pek çok nasihat içerikli değerli sözler bulunmaktadır.

 

14. YY

HACI BAYRAM VELİ

* Medrese eğitimi almış ve Ankara’da müderrislik yapmıştır.

* Bayramilik tarikatının kurucusudur.

* Yunus Emre etkisinde ve halk diliyle yazılmış ilahileri vardır.

* Şathiye de yazmıştır.

 

15. YY

KAYGUSUZ ABDAL

Bektaşi edebiyatının öncülerindendir.
Hem hece hem aruzu kullanmıştır. Şiirlerinde mizah, alay unsuru görülür. Kapalı bir anlatımı vardır. Şiirlerinden, Melamilik zümresinden olduğu anlaşılır.
Düz yazılarında yalın, akıcı bir üslubu vardır.

Manzum Eserleri
Divân: Şiirlerin çoğunluğu gazeldir. Heceyle yazılmış şiirler de vardır. Hece ile yazılanlar daha çok şathiye karakterindedir. Bazı şiirleri ise ilâhî ve nutuk havasındadır.
Gülistân: Vahdet-i vücudu anlatmakla başlar.Kâinatın ve Hz. Âdem’in yaradılışını uzun uzun hikâye eder. Kısas-ı enbiya, kısa olarak anlatıldıktan sonra belirli bir konu üzerinde durulmaz. Tasavvufun çeşitli konuları, yer yer son derece heyecanlı bir üslûpla dile getirilir.
Mesnevî-i Baba Kaygusuz (I-II-III): Tasavvuf konulu mesnevilerdir. Coşkun bir lirizmle yazılmıştır.
Gevhernâme: 71 beyitlik kısa bir mesnevîdir. Eser Hz. Muhammed’i methetmek için yazılmıştır.
Minbernâme: 58 beyitlik küçük bir mesnevî’dir, nefsi bilmenin esas olduğu üzerine kurulmuştur. Mensur Eserleri:
Budalanâme: Budalanâme’de "akl-ı maâş, akl-ı maâd, nefsi bilmek, gönül, mürşid..." gibi tasavvufî meseleler anlatılır.
Kitâbımiglâte: Bu eser, kompozisyon bakımından oldukça değişiktir. Burada bir derviş, devamlı olarak uykuya dalmakta ve rüyasında, bazen geçmişte, bazen gelecekte seyahat etmektedir. Her defasında karşılaştığı şeytanla mücadeleye girip onu ma’lûb etmektedir. Eserde dervişin zaman zaman söylediği şiirler, coşkun bir lirizmin ifadesidir.
Vücûdnâme: İnsan vücudunun çeşitli uzuvlarıyla, bazı dinî ve tasavvufî ve kozmik kavramlar arasında teşbihler yapan, münasebetler kuran bir eserdir.

Manzum-Mensur Karışık Eserleri
Dil-güşâ: "Vahdet-i vücûd"u anlatan uzun bir mesnevî ile başlar. Eserde uzun Farsça bölümler vardır.
Saray-Nâme: Dünyaya gelmekteki amacın, ibadet etmek ve Allah’ı tanımak olduğu anlatılır.

 

EŞREFOĞLU RUMİ

* Şiirlerinde Yunus Emre’nin etkileri görülür. İlahileri, Yunus Emre’nin ilahileri ile oldukça benzerlik gösterir.

* Divan: Aruz ve heceyle yazdığı şiirlerden oluşan bir eserdir. Didaktik ve lirik olarak yazdığı her tarzda şiiri vardır. Divanda yer alan Müzekki’n Nüfûs isimli risalede yalın bir Türkçe ile yazılmış şiirler yer alır.

 

16. YY

PİR SULTAN ABDAL

* Alevi-Bektaşi geleneğindeki yedi şairden biridir.

* Bütün şiirlerini hece ve dörtlüklerle yazmıştır.

* Saz eşliğinde şiir söyleyen bir tekke şairidir.

* Şiirlerinin bir bölümü siyasi içeriklidir.

* Lirik ve coşkun bir dili vardır.

 

 

AZİZ MAHMUT HÜDAYİ

*Medrese eğitimi almış ve medrese hocalığı yapmıştır.

* Divan-ı İlahiyat adlı eserinde şiirlerini toplamıştır. Hece ve aruzla yazdığı şiirler vardır.

* Tarikatname

Miraciye Tecelliyat Vakıat

Nefasü’l Mecalis

 

17. YY

KUL HİMMET

* Alevi-Bektaşi şairlerindendir.

* Destan, nefes ve ağıtları vardır.

 

NİYAZİ MISRÎ

* Gezgin bir mutasavvıftır.

* Şiirleri didaktiktir.

* Aruz ve hece ile yazdığı şiirler vardır.

* Divan,Tefsir-i Sure-i Fatiha, Risale-i Tasavvuf, Devretu’l Arşiye

 

18. yy

Erzurumlu İbrahim Hakkı

* Âlim, mutasavvıf ve şairdir.

* Tasavvufun yanında astronomi, geometri, matematik gibi ilimlerle de uğraşmıştır.

* Marifetname isimli eserinde birçok ilimle ilgili bilgi vermiş, hemen hemen her konuya İslami açıdan yaklaşmıştır.

* Divan-ı İbrahim Hakkı *Kenzü’l Fütuh

* İnsan-ı Kamil

"DİVAN EDEBİYATI" ANLATIMI İÇİN TIKLAYINIZ!!!


Yorumlar - Yorum Yaz
İSLAMİ DÖNEM İLK DİL VE EDEBİYAT ÜRÜNLERİ
TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ