TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI KAYNAK SİTESİ

Edebiyat'a dair her şey alikaramanhoca.com 'da

Üyelik Girişi
KAHRAMAN KADINLARIMIZ
TÜRK BASINININ TARİHSEL GELİŞİMİ
EDEBİYAT KONU ANLATIM VE SORU ÇÖZÜM VİDEOLARI
TYT-AYT ÖNEMLİ HATIRLATMALAR
SINIFLARA GÖRE DERS NOTLARI
TÜRKÇE (DİL VE ANLAM BİLGİSİ)

SİS- TEVFİK FİKRET

Sis –Tevfik Fikret

Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı muannid,    

Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid,  

Tazyikının altında silinmiş gibi eşbâh;    

Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;  

Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar     

Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar.   

Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim,   

Lâyık bu tesettü sana, ey sahn-ı mezâlim;   

Ey sahn-ı mezâlim… Evet, ey sahn-ı garrâ,   

Ey sahne-i zî-şa’şaa-i hâile-pirâ!       

Ey şâ’şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı;     

Şarkın ezeli hâkime-i câzibedârı                  

Ey kanlı muhabbetleri bî-lerziş-i nefret    

Perverde eden sine-i meshûf-i sefâhet;    

Ey Marmara’nın mâi deragüşu içinde    

Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;  

Ey köhne Bizans, ey koca fertût-i müsahhir  

Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;      

 

Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ;

Hâlâ titirer üstüne enzâr-ı temâşâ.

Hâricden, uzakdan açılan gözlere süzgün,

Çeşmân-ı kebudunla ne mûnis görünüsün.

Mûnis, fakat eıı kirli kadınlar gibi mûnîs;

Üstünde coşan giryelerin hepsine bi-his.

Te’sis olunurken daha, bir dest-i hıyânet

Bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet.

Hep levs-i riyâ dalgalanır zerrelerinde,

Bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde.

Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffü

Yalnız bu… ve yalnız bunun ümmîd-i tereffü’.

Milyonla barındırdığın ecdâd arasından,

Kaç nasiye vardır çıkacak pâk ü dırahşan;

Örtün, evet, ey hâile.. örtün evet ey şehr;

Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..

Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;

Katil kuleler, kal’alı zindanlı saraylar;

Ey dahme-i mersûs-ı havâtır, ulu mâbed;

Ey gırra sütunlar ki birer dîv-i mukayyed.

Mâzîleri âtilere nakl etmeğe me’mur,

Ey dişleri düşmüş, sırıtan kafile-i sûr;

Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;

Ey doğruluğun mahmîl-i ezkârı minârât;

Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;

Ey servilerin zıll-ı siyâhında birer yer

Te’min edebilmiş nice bin sâil-i sâbir,

Geçmişlere rahmet,. diyen elvâh-ı mekabir;

Ey tübeler, ey her biri pü-velvele bir yâd,

İkaz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;

Ey mâ’reke-i tıyn u gubâr eski sokaklar,

Ey her açılan rahnesi bir vak’a sayıklar;

Virâneler, ey mekmen-i pü hâb-ı eşirrâ;

Ey kapkara damlarla. birer mâtem-i ber-pâ

Temsil eden âsüde ve fersûde mesâkin,

Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın

Gam-dide ocaklar ki merâretle somurtmuş,

Yıllarca zamandan beri tütmek ne… unutmuş,

Ey mîdelerin zehr-i tekazâsı önünde

Her zilleti bel’eyleyen efvâh-ı kadide,

Ey fazl-ı tabiatle en âmâde ve mün’im

Bir fıtrata makrün iken aç, âtıl u âkım,

Her nîmeti, her fazlı, her esbâb-ı rehâyı

Gökten dilenen züll-i tevekkül ki… müâyi!

Ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtaz,

İnsanda şu nankörlüğü tel’in eden âvâz,

Ey girye-i bi-fâide, ey hande-i zehrin,

Ey nâtıka-i acz ü elem; nazra-i nefrîn:

Ey cevf-i esâtîre düşen hâtıra; nâmus,

Ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâbûs,

Ey havf-ı müsellâh, ki hasârâtına râci’

Öksüz, dul ağızlardaki her şekve-i tâli’;

Ey şahsa -masüniyet ü hürîyete makrun

Bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kanun,

Ey vâ’d-ı muhâl, ey ebedi kizb-i muhakkak ,

Ey mahkemelerden mütemâd süülen hak;

Ey savlet-i evhâm ile bîtâb-ı tahassüs

Vicdanlara temdid edilen gûş-ı tecessüs,

Ey bim-i tecessüsle kilitlenrniş ağızlar,

Ey şöhret-i milliye ki, mebguz u nıııhahkar;

Ey seyf ü kalam, ey iki mahıkum-ı siyâsi,

Ey behre-i fazl u edeb, ey çehre-i mensî;

Ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeğe me’luf;

Eşrâf u tevabi’ koca bir unsur-ı mâ’ruf;

Ey re’s-i füübüde ki ak hak, fakat iğrenç;

Ey tâze kadın, ey onu tdkîbe koşan genç;

Ey mâder-i hicrân-zede, ey hemser-i muğber,

Ey kimsesiz, âvâre çocuklar… hele sizler!..

Hele sizler!

Örtün, evet ey hâile… örtün, evet ey şehr

Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..

 

Sis Şirin Teması: Ümitsizlik ve öfke

Şirin Ölçüsü: Şiirde aruz ölçüsü kullanılmıştır.

Şirin kafiye düzeni ve nazım birimi: aa,bb,cc, dd …. Nazım birimi beyit

Nazım Şekli: Serbest müstezat

Kafiye ve Redifleri: Şiir bir tam kafiye bir zengin kafiye şeklinde dizilmiş. Genel olarak tam ve zengin kafiye üzerine yazılmıştır denebilir.

Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı muannid,    -id   tam kafiye

Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid,  -id   tam kafiye

Tazyikının altında silinmiş gibi eşbâh;    -âh zengin kafiye

Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;  -âh zengin kafiye

Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar     -ar tam kafiye

Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar.   -ar tam kafiye

Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim,   -lim  zengin kafiye

Lâyık bu tesettü sana, ey sahn-ı mezâlim;   ,-lim  zengin kafiye

Ey sahn-ı mezâlim… Evet, ey sahn-ı garrâ,   -râ zengin kafiye

Ey sahne-i zî-şa’şaa-i hâile-pirâ!       -râ zengin kafiye

Ey şâ’şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı;     -arı zengin kafiye

Şarkın ezeli hâkime-i câzibedârı                  -arı zengin kafiye

Ey kanlı muhabbetleri bî-lerziş-i nefret    -et tam kafiye

Perverde eden sine-i meshûf-i sefâhet;    -et tam kafiye

Ey Marmara’nın mâi deragüşu içinde    - inde  zengin kafiye

Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;  - inde  zengin kafiye

Ey köhne Bizans, ey koca fertût-i müsahhir  -ir tam kafiye

Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;      -ir tam kafiye

 

Şiirin Tahlili

Realiteden nefret eden Servetifününcular, ruhlarını tabiat, aşk ve hayal ile avutmaya alışırlar. Fikret ”SİS” adlı şiirini derin bir ümitsizlik ve yalnızlık ruh hali içerisinde kaleme almıştır. ”SİS” şiirinde Fikret’in kötümserliği, İstanbul’un maddi, manevi bütün varlığına karşı duyulmuş kuvvetli bir nefret halinde kendini gösteriyor. Tük edebiyatında İstanbul ilk defa SİS ile menfur ve mel’un bir şehir olarak ele alınmıştır. Eski Tük edebiyatında Nedim ve Nabi İstanbul’u yüksek bir medeniyet ülkesi olarak ifade etmişlerdi. Fikret’in bu ”mel’un şehir” görüşünü, Batılı yazarlardan almış olması çok muhtemeldir. Galatasaray ve Kolej muhitinde yabancılarla yakın temasta bulunan Fikret’in onların umumiyetle Şark'a, Osmanlı İmparatorluğuna ve İstanbul’a bakış tarzını benimsemiş olması da mümkündü.

Fikret’in İstanbul’a bakış tarzı, kendisinden sonra, Meşrutiyet ve ilk Cumhuriyet devirlerinde Tük edebiyatına çok tesir etmiştir.

”SİS” şiirinin kuvveti, sadece Fikret’in nefret duygusunun şiddetinden değil, aynı zamanda sanatının hususiyetinden ileri gelir. Fikret’in şiiri de resmin tesiri altındadır. Servetifünuncular gibi o da bir manzarayı, bütün teferruatına kadar tasvir etmekten ve ona bir ruh hali vermekten hoşlanıyor.

”SİS”, Servetifünün edebiyatının başlıca ifade mekanizmasını teşkil eden şu esasa dayanıyor: Dış dünya ile ruh hallerini birleştirmek; başka bir deyişle maddiyi manevi, maneviyi de maddi kılmak. Fikret ”SİS” te İstanbul’un maddi unsurlarını şehrin ruhunun dış görünüşü olarak tefsir ediyor. Başta sis ve arkasından hayal meyal seçilen şehir tasvir olunmuştur. Daha sonra şehrin şairde bıraktığı umumi intiba, maddi güzellik ile ”ahlak çöküşünü” birleştiren ”güzel fahişe” imajıyla anlatılıyor. Bunu şehrin mimarisinin tasvir ve tefsiri takip ediyor. Nihayet, onun bozulmuş ruhundan ve insanlarından bahsolunuyor. Bu geniş, kasvetli, karanlık, köhne, kokuşmuş manzaranın üzerinde sis tekrar edilen ”örtün…” beyti ile nefret ve lanet dolu bulutlar gibi dolaşır. Gözlerimiz bu korkunç tabloyu izlerken kulaklarımız şairin nefret ve merhamet dolu ”ey” nidalarıyla doluyor. Fantastik bir maceraya ağır ve boğucu bir musiki refakat ediyor. ”SİS” şiiri, bir tek hâkim duygunun tesiri altında kaynaşan ve aynı duyguya iştirak eden bir sürü teferruattan mürekkeptir. Şairin teferruatı şiirde nasıl işlediğini inceleyelim:

1) Şiirin başında sisin anlatıldığını söylemiştik. Fikret burada sisin maddi görünüşü ile manevi tesirlerini tasvir ediyor.

2) İkinci kısımda konu şehrin bıraktığı genel intibadır. Şehir on üç mısra devam eden ”güzel fahişe” imajı ile tasvir ediliyor. Servetifününcularda güzellik ve ahlak kavramlarından güzellik ön plana çıkarken, Fikret’te ahlak kavramı ön planda yer almaktadır. Üzerinde durulması gereken önemli noktalardan biri de Fikret’in İstanbul’un kendisinden değil, içerisindeki ahlaki çöküşten nefret ettiği gerçeğidir.

3) Üçüncü kısımda, her mısrada şehrin mimarisini oluşturan unsurlardan biri ele alınıyor. Fikret’in bu noktada tasvir tarzı korkunçtur. Ona göre kuleler kanlı, surlar dişleri düşmüş sırıtan kafile gibidir

İstanbul’u bu yönleriyle ele alan Fikret’i tarihe ve dine büyük bir sevgi beslememesine bağlayabiliriz.

4) Bu şehri sukut ettiren amiller nelerdir? ”SİS”in son kısmında şair bu soruya cevap vermiştir. Bu şehri dolduran insanların ruhu çürümüş, ahlakı bozulmuştur. Bu şehirde açlık korkusu ile her alçaklığı yutan insanlar yaşar. Onları bu yaşayışa iten ”tevekkül” anlayışlarıdır. Allah’a inanan ve güvenen insan fikrine karşı, kendine ve tabiata inanan ve güvenen insan fikrini ortaya koydu. Ona göre istikbali yaratacak olan Haluk böyle bir tip olacaktı.

Fikret’e göre Abdülhamit, korktuğu için milleti sindirmiş, anayasayı ortadan kaldırmış, ordu ve memur sınıfı siyasi mahkûm derecesine düşmüştü. Memleket meselelerine kayıtsız olan gençlik ise kadın peşinde koşmaktadır. Baştan sona kadar nefret hissi içinde olan ”SİS” hicranlı annelere, kimsesiz ve avare çocuklara karşı olan merhamet hissi ile sona erer. ”SİS” şiirinde Fikret, Meşrutiyet’ten önceki sanatının doruk noktasına erişir. SİS' in üslubu Servetifünuncuların ”pitoresk ve müzikal üslup” ideallerine tamamıyla uygundur. Onların yabancı kelime ve terkiplere düşkünlükleri bundandır. Varlıkları ayrı ayrı tasvir endişesi, onları sıfat ve isim tamlamalarına götürüyor. Farsça terkip mekanizması, küçük imajlara bir bütünlük veriyordu. Dil musikisi de onlara yabancı kelimeleri sevdirmiştir.”SİS”in mısraları ayrı ayrı incelenirse, burada bir sürü fonetik oyunlar görülür. Namık Kemal ve Ziya Paşa’da, mücerret fikirlerin vezin ve kafiyeye sokulmasından ibaret olan sosyal şiir, Fikret’te çok sanatkârane bir şekil alır. Onda bahis konusu olan artık ‘prensipler’ ve ‘hikmetler’ değil, hayattan alınma sahneler ve manzaralardır. Sonuç olarak Fikret düşünce ve duygularını canlı tablolar halinde ortaya koydu ve onlara hitabete elverişli, heyecanlı bir sentaks ve musiki verdi.

(alıntı)


Yorumlar - Yorum Yaz
İSLAMİ DÖNEM İLK DİL VE EDEBİYAT ÜRÜNLERİ
TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ